Bu köşede zaman zaman, yorumda sınırla, kanunlarda yer alan şekli şartların esası ne ölçüde etkilediğiyle ilgili makaleler yazıyorum.
En son 11 Ekim 2023 tarihinde yazdığım “Yorumda sınır” başlıklı makalede, Danıştay Dördüncü Dairesinin 28.11.2022 tarih; E:2019/8946 K:2022/7054 ve E:2019/8941 K:2022/7053 sayılı kararlarına konu bir örnek olaydan bahsetmiş ve Danıştayın konuya bakışını özetlemiştim.
Önce, bahsettiğim yargı kararlarına konu olayı ve Danıştay tarafından verilen kararı kısaca hatırlatayım. Sonra da benzer bir başka örnek olayı ve yine bu olayda Danıştay tarafından verilen kararı özetleyeyim.
Daha önce yazdığım makaleye konu somut olayda, aktife kayıtlı bir taşınmazın satışı, satıştan doğan kazancın da % 75’lik kısmının kurumlar vergisinden müstesna tutulması söz konusu idi. Olayda satışı yapan kurum istisnadan yararlanmış, ancak istisna kazancı yasada açık hükme rağmen özel bir fon hesabına koymamıştı. Kazanç ortaklara dağıtılmamış ama bir muhasebe kaydı yapılıp, özel fon hesabına da alınmamıştı.
Sonuçta, istisna koşulu sağlanamadığı için tarhiyat yapılmış, Vergi Mahkemesinin, gerçek durumun esas olduğu, kazancın işletmede olduğu, istisnanın amacının gerçekleştiği, bir muhasebe kaydı eksikliğinin istisna şartlarını ihlal ettiğine dayanılarak tarhiyat yapılmaması gerektiği gerekçeleriyle davayı kabul ederek tarhiyatı kaldırmış, ancak temyiz talebini inceleyen Danıştay Dördüncü Dairesi, lafzın açık olduğu, lafzın açık olduğu durumda genişletici yorum yapılamayacağı, Kanun’da da açıkça kazancın özel bir fon hesabına alınacağının açıkça belirlendiği gerekçeleriyle, istinaf istemini reddeden Bölge İdare Mahkemesi kararını bozmuş ve tarhiyatı onamıştı.
Bugün özünde aynı olan ancak ayrıntıda biraz farklı bir örnek olaydan ve buna ilişkin yargı kararından bahsedeceğim.
Davaya konu olayda kurum;
Vergi Dairesi, geçmiş yıl zararlarının 2010-2013 yıllarına ilişkin beyannamelerde ayrı ayrı gösterilmediği gerekçesiyle, 2014 yılı beyannamesinde düzeltme yoluyla indirimin mümkün olmadığını kuruma bildirmiş, daha önce beyan edilen matrah üzerinden kesinleşen amme alacağının tahsili amacıyla da dava konusu ödeme emrini düzenlemiş.
Vergi Mahkemesi;
gerekçesiyle, 2019-2011 yıllarına ilişkin zarar tutarının 2014 yılına ilişkin beyannamesinde indirim konusu yapılabileceğinden, düzeltme beyannamesiyle indirim konusu edilen geçmiş yıl zararları kabul edilmemek suretiyle, beyan edilen matrah üzerinden kesinleşen amme alacağının tahsili amacıyla düzenlenen dava konusu ödeme emrinde hukuki isabet görmemiş ve ödeme emrini iptal etmiş.
Temiz talebini inceleyen Danıştay Dördüncü Dairesi; ödeme emri içeriği vergi borcunun davacı tarafından verilen beyanname üzerine tahakkuk eden amme alacağından kaynaklandığı, düzeltme beyannamesinin kabul edilmemesine ilişkin davalı idarenin işlemlerine karşı davacı tarafından süresinde dava açılması gerekirken bu yönde bir dava açılmadığı, bu durumda, dava konusu ödeme emri içeriği amme alacağının usulüne uygun olarak kesinleşmiş olduğu, ödeme emrine karşı açılan davalarda, ödeme emri içeriği vergilere karşı vergilendirme aşamasında süresinde açılmış davalarda ileri sürülebilecek türdeki iddiaların incelenemeyeceği hususu da göz önünde bulundurulduğunda, beyanname üzerine tahakkuk eden ancak ödenmeyen amme alacağının tahsili amacıyla düzenlenen dava konusu ödeme emrinde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna vararak, temyize konu kararı bozmuş. (Danıştay Dördüncü Dairesinin 06.04.2021 tarih ve E:2016/17399, K:2021/2055 sayılı kararı.)
Vergi Mahkemesi tarafından verilen ısrar kararının temyiz edilmesi üzerine konuyu inceleyen Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu, Vergi Mahkemesinin ısrar kararını, aynı hukuksal nedenler ve gerekçeyle uygun bulmuş ve temyiz istemini reddederek ısrar kararını onamış. (Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun 22.11.2023 tarih ve E:2022/732 K:2023/1333 sayılı kararı.)
Yukarıda en başta bahsettiğim 11 Ekim 2023 tarihli makalede özetlediğim Danıştay kararıyla bugün özetlediğim karar çelişiyor gibi gözüküyor. İlk karar, lafız açıksa amaçsal yorum yapılmaz diyor, ikinci karar ise şekli şarta uyulmamış olması, gerçek gelirin vergilendirilmesi ilkesine aykırılığa neden olmamalı diyor. İkinci karar bir bakıma lafız açık da olsa gerçek gelirin vergilemesi esastır, gerçek gelire bakmak gerekir diyor.
Görünüş ilk planda böyle olabilir ama ayrıntıda birkaç nokta kararların aslında çelişmediğini, her iki kararın kendine özgü olduğunu, dolayısıyla her iki kararın da ilke bazında savunulabilir olduğunu gösterebilir. Önemsediğim bu birkaç konuyu ifade edeyim.
Sonuç olarak şunu söylemek isterim. Vergi uygulamasında ve özellikle yargılama sürecinde ayrıntılar önemli olabiliyor. Bu nedenle, şekli şartlara uyulması, gerekli muhasebe kayıtlarının zamanında ve doğru bir şekilde yapılması ve beyannamenin eksiksiz doldurulması önemli, bu konular ihmal edilmemeli.