Taşınmaz satış kazancı istisnası sona eriyor

Recep Bıyık Mevzuat Eğitim ve Araştırma Başkanı, PwC Türkiye

Nasıl Bir Ekonomi Gazetesi

14 Temmuz 2023

Geçtiğimiz hafta TBMM gündemine giren ve halen yasama süreci devam eden bir Kanun Teklifiyle,  1984 yılından beri uygulanan, taşınmaz satışından elde edilen kazancı kurumlar vergisinden,  taşınmaz teslimini de katma değer vergisinden müstesna tutan düzenlemeye son verilmesi  öneriliyor. 

Bu cümleden, 1984 yılında bir düzenleme yapıldı, 40 yıldır da uygulanıyor anlamı çıkmasın.  Düzenleme özünde aynı kaldı ama çok değişti. Farklı geçici maddeler halinde var oldu, kalıcı madde  oldu yeniden geçici maddeye taşındı, kaldırıldı geriye dönük olarak yeniden geldi, özünde değişiklik  yapılmak istendi, böyle bir genel eğilim oluştu ama basit nedenlerle gerçekleşmedi, kaldırılsın  kaldırılmasın tartışmaları hiç bitmedi, şimdi yürürlükten kaldırılıyor. 

Siz bu makaleyi okurken belki de TBMM’de kabul edilmiş de olabilir. Uzak bir olasılık değil. 

Kaldırılan bir düzenlemeyi neden makale konusu yaptığımı sorarsanız, birkaç nedeni var. Öncelikle  bunca yıldır, bir konuda vergi politikası oluşturulamamış olması bana ilginç geliyor. Bunu ortaya  koymak adına düzenlemenin tarihi serüvenini özetlemek, bir düzenlemenin nasıl yapılmaması  gerektiğini ortaya koymak istedim. Kendimce bir öneri de yapmaya çalıştım. 

İstisnanın tarihi gelişimi 

Taşınmaz ve iştirak hissesi satışından doğan kazançlara ilişkin istisna, 1984 yılında 2970 sayılı  Kanun’la 5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’na eklenen geçici 10. maddeyle vergi mevzuatına  girdi. Özü büyük ölçüde değişmeden, çeşitli maddelerde farklı şekillerde düzenlenmiş olarak  günümüze kadar geldi. Taşınmaz satışında katma değer vergisi istisnasında da benzer bir gelişim  var ama bu bölümde kurumlar vergisi istisnasıyla sınırlı bir özet yapmak isterim.

İstisnanın yıllar itibariyle, yürürlükte olan yasal dayanağı ve istisna oranı aşağıdaki seyri izledi.

İlgili düzenleme 

Yıl 

İstisna oranı (%)

5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu

2970 sayılı Kanun’la eklenen geçici madde 10

1984 

100

1985 

80

3239 sayılı Kanun’la süresi uzatılan geçici madde 10

1986 

80

1987 

70

1988 

60

3332 sayılı Kanun’la değiştirilen ve süresi yeniden uzatılan  geçici madde 10 

1987 - 1989 

100

1990 Yılı Bütçe Kanunu 

1990 

100

3689 sayılı Kanun’la eklenen geçici madde 18 

1990 - 1992 

100

3824 sayılı Kanun’la eklenen madde 8/18 

1993 

100

4108 sayılı Kanun’la eklenen geçici madde 23 

1994 - 1998 

100

444 sayılı Kanun’la eklenen geçici madde 28 

1999 - 2002 

4783 sayılı Kanun’la süresi uzatılan geçici madde 28 

2003 

5035 sayılı Kanun’la sürresi yeniden uzatılan geçici madde 28 

2004 

5281 sayılı Kanun’la eklenen madde 8/12 

2005 

5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu

Madde 5/1-e 

2006 -2017 

Madde 5/1-e (7061  

sayılı Kanun’la değişik)

Taşınmaz satışından doğan kazançlar  için 

2018-2023 

İştirak hissesi satışından doğan  kazançlar için 

2018-2023 

Madde 5/1-e (Kanun  Teklifinde önerilen)

Taşınmaz satışından doğan kazançlar  için 

2023- 

İştirak hissesi satışından doğan  kazançlar için 

2023- 

Düzenlemenin gelişimiyle ilgili dikkat çeken konular 

Yukarıda yer alan tablo aslında başlı başına sıra dışı. Ne olduğu belli olmayan bir vergi politikası  örneği. Olmayan vergi politikası da denebilir. Özel olarak da tabloyla ilgili şunları söyleyebilirim. 

  • 3239 sayılı Kanun’la geçici 10. madde değiştirilerek 1986-1988 yılları için farklı istisna oranları  belirlendi ama kısa süre sonra 3332 sayılı Kanun’la madde bir kere daha değiştirilip, 1987 ve  1988 yılları için istisna oranı değiştirilerek % 100’e çıkartıldı. 
  • 1990 yılı için istisna Bütçe Kanunu ile düzenlendi, Bütçe Kanunu’nda yer alan düzenlemenin  Anayasa Mahkemesince iptali üzerine 20 Aralık 1990 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan 3689  sayılı Kanun’la 1990 yılı başından geçerli olmak üzere istisna yeniden düzenlendi. 
  • Geçici 18. maddenin uygulama süresi 1993 yılı sonu itibariyle bitti. Bu defa geçici maddenin  süresinin uzatılması yerine, Kanun’un 8. maddesinde kalıcı düzenleme yapıldı. 1993 yılında bu  düzenleme uygulandı. Vergi politikası belirleyicileri ve yasama organı, istisnanın kalıcı olmasına  karar verdi, zannediyorum. 
  • Düzenleme, 30 Aralık 1993 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan 3946 sayılı Kanun’la kaldırıldı,  ancak 2 Haziran 1995 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan 4108 sayılı Kanun’la geçici 23. madde  olarak yeniden getirilen istisna 1 Ocak 1994 tarihinden geçerli olmak üzere yürürlüğe girdi.  İstisnayı kaldırmanın maliyeti, yeni düzenlemenin birbuçuk yıl geriye yürütülmesi şeklinde oldu. 
  • Geçici 28. maddenin uygulama süresi uzatmalarla birlikte 2004 yılı sonu itibariyle bitti. 1993  yılında olduğu gibi istisna yeniden 8. maddeye taşındı, geçici olmaktan çıktı. Düzenleme 31  Aralık 2004 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan 5281 sayılı Kanun’la yapıldı. 
  • 2006 yılı itibariyle yürürlüğe giren 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nda istisna korundu ancak kazancın % 75’i olarak belirlendi. 
  • 5 Aralık 2017 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan 7061 sayılı Kanun’la, taşınmaz satışından elde  edilen kazançlar için istisna oranı % 50’ye indirildi. İştirak hisselerinin satışından doğan  kazançlar için değişiklik olmadı. 
  • Halen yasama süreci devam eden Kanun Teklifiyle, taşınmaz satışından elde edilen kazançlar  için istisnaya son veriliyor. Ancak bir geçici düzenlemeyle, önerilen değişikliklerin yürürlüğü  öncesinde iktisap edilen taşınmazların satışında istisnanın kazancın %25’i ile sınırlı olarak  uygulanması öneriliyor. İştirak hissesi satışları için Teklifte bir değişiklik önerisi yok. 

Kişisel değerlendirmem

Taşınmaz ve iştirak hissesi satışından doğan istisna kazançla ilgili düzenlemelerin tarihi gelişimi,  ülkemizin vergi politikalarının da bir özeti gibi. Vergi kanunlarında yer alan birçok temel  düzenlemenin tarihine bakıldığında aynı manzara ile karşılaşmak mümkün.  

Vergi mevzuatımız temel müesseselerin düzenlendiği geçici maddeler, defalarca tekrarlanan bir  kerelik düzenlemeler, uygulanmadan ve sonuçları görülmeden değiştirilen, kaldırılan, uzatılan  maddelerle dolu. 

Bu kadar değişken, öngörülebilir olmayan, iyi çalışılmamış düzenlemelerin beklenen yararı  sağlaması zor. Sağlamıyor da. Sonuçta mevzuat karmaşası, yaygın ihtilaflar, kaynakların verimsiz  kullanımı dışında önemli bir sonuç yaratmıyor. 

Taşınmaz ve iştirak hissesi satış kazançlarının tamamen veya kısmen vergilendirilmesi  düşünülebilir. Bu çerçevede taşınmaz satış kazancı istisnasına son verilmesi de anlaşılabilir. Uzun  yıllardır muafiyet ve istisnaların azaltılması amaçlanıyor, bu konuda çalışılıyor. Bu amaç  doğrultusunda ilk kaldırılacak istisnalardan birisi de taşınmaz satış kazancı istisnası görülebilir. Bu  bir tercihtir ve anlaşılabilir. Ancak mevcut Kanun Teklifinde yer alan önerinin her yönüyle  düşünülmüş, ilgili taraflarla çalışılmış ve tartışılmış, uzun vadeli bir politika belirlenmiş gibi  gelmiyor bana. 

Konu yeni bir konu değil, geçmişte de çeşitli platformlarda çalışıldı, tartışıldı, olgunlaştırıldı ve bir  politika belirlendi. Daha da ötesi, 2013 ve 2016 yıllarında iki defa TBMM’ye sevk edilen ancak  yasama sürecini tamamlayamayan ve kadük hale gelen Gelir Vergisi Kanun Tasarısında bir  düzenleme de öngörüldü. Eleştirilen yönleri olmakla birlikte, genel olarak kabul de görmüştü. Daha  sonra konunun bütün taraflarının temsil edildiği Vergi Konseyinde de konuyla ilgili bir politika  belirlendi ve önerildi. Bence Vergi Konseyinin önerisi iyi bir öneriydi. Kısaca özetleyeyim Konseyin  önerisini. 

Vergi Konseyi, istisnanın amacının, sistematiğinin ve koşullarının tamamen değiştirilerek, elde  tutma süresine bağlı kademeli bir yapı (iki yıla kadar elde tutma halinde istisna öngörmeyen, 10  yıldan fazla süreyle elde tutulan taşınmazlar için %100, aradaki süreler için de farklı oranlarda  istisna) kurulmasını önerdi. Özetle, satıştan zarar doğması durumunda zarar mahsubuna izin  veren, nakit tahsilat ve tahsil edilen tutarın belli bir amaç için kullanımını şart koşmayıp nakdin  kullanımını işletmecilik prensiplerine ve işletme yönetimlerinin iradesine bırakan, amacı likidite  sağlamak ve mali bünyeyi güçlendirmek olmayan bir vergileme yöntemiydi öneri. Önerilen yapı  gelir vergisi mükelleflerinin değer artış kazançlarının vergilemesi düzenlemesi ile paraleldi. Bence  bu öneri genel olarak kabul görmüş, makul bir öneriydi.