Nasıl Bir Ekonomi Gazetesi
İştirakin tasfiyesinden doğan zararların, kurum kazancının tespitinde dikkate alınıp alınamayacağı konusu yıllardır tartışmalı. Yeni tarihli bir Danıştay Veri Dava Daireleri Kurul (DVDDK) Kararı nedeniyle konuyu toparlamak ve özetlemek istedim.
Bu makalenin yazımı sırasında tespit edebildiğim ve incelediğim 8 özelgenin 4’ünde, iştirakin tasfiyesinden doğan zararın kurum kazancının tespitinde dikkate alınabileceği, 4’ünde ise alınamayacağı belirtilmiş.
İştirakin tasfiyesinden doğan zararın kazancın tespitinde dikkate alınabileceğini belirten özelgeler 2002, 2005 ve 2006, alınamayacağına ilişkin özelgeler ise 2008, 2011, 2015 ve 2022 tarihli.
Özelgelerin gerekçelerini de kısaca özetleyeyim.
İştirakin tasfiyesinden doğan zararın kazancın tespitinde dikkate alınabileceğini belirten özelgeler, Gelir Vergisi Kanunu’nun 38. maddesi hükmüne dayanılarak verilmiş. Gider yazmaya engel bir düzenleme olmadığı sonucuna ulaşılmış.
İştirakin tasfiyesinden doğan zararın dikkate alınamayacağına ilişkin özelgelerde, Gelir Vergisi Kanunu’nun ticari kazancın tespitine ilişkin 38, 40 ve 41. maddelerine, Kurumlar Vergisi Kanunu’nun kurum kazancının tespitine ilişkin 6. maddesine ve Vergi Usul Kanunu’nun değerleme hükümlerine atıf yapılarak, bu Kanunlarda iştirakin tasfiyesinden kaynaklanan zararların kurum kazancının tespitinde dikkate alınacağına ilişkin bir hüküm bulunmadığı belirtilmiş. Bu gerekçeyle görüş oluşturulmuş.
Özelgelerin tarihlerine bakıldığında, Mali İdarenin 2007 yılında veya 2008 yılının ilk aylarında görüşünü değiştirdiği anlaşılıyor. Her ne kadar Kurumlar Vergisi Kanunu 2006 başında yürürlüğe girmek üzere tamamen değişmişse de, özelgelerde atıf yapılan düzenlemelerde hiçbir değişiklik yok. 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun istisna kazançlara ilişkin gider ve zararların kurum kazancının tespitinde dikkate alınamayacağına ilişkin hüküm 2006 öncesi yürürlükte olan 5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nda yer alan hükümden biraz farklı olsa da, özelgelerde bu düzenlemeye ilişkin bir atıf ve yorum yok. Dolayısıyla, İdarenin görüş değişikliğine neden olacak bir yasal değişiklik olmadığı söylenebilir. Bu dönemde yargı içtihadında da bir değişiklik olmadı. Dolayısıyla görüş değişikliğinin görünen bir gerekçesi yok. Zannediyorum İdare konuyu yeniden değerlendirmiş ve görüşünü değiştirmiş.
2012 sonrası özelgeleri İdarenin resmi internet sitesinde yer alıyor, diğer özelgeler ise İdarenin sitesinde yok ama yayınlanmış çeşitli makalelere konu olmuş özelgeler. İncelemek isteyenler bu özelgelerin metinlerine ulaşabilir.
Konuyla ilgili açılan davalarda farklı kararlar çıkıyor. Bu makalenin yazımı sırasında tespit edebildiğim ve incelediğim 31 Danıştay Kararının 11’i mükellef lehine, 20’si aleyhine. Kararlardan mükellef lehine olan;
İncelediğim kararlara bakarak, oluşmuş bir içtihattan bahsedilemeyeceği, Dördüncü Dairenin 2017-2019 döneminde görüş değiştirdiği söylenebilir.
Danıştay kararlarına esas argümanlar özelgelerdeki argümanlardan aslında farklı değil. Ek gerekçeler var. Kısaca özetlemek gerekirse, mükellef lehine olan kararlarda;
uş bir içtihattan bahsedilemeyeceği, Dördüncü Dairenin 2017-2019 döneminde görüş değiştirdiği söylenebilir.
Danıştay kararlarına esas argümanlar özelgelerdeki argümanlardan aslında farklı değil. Ek gerekçeler var. Kısaca özetlemek gerekirse, mükellef lehine olan kararlarda;
gerekçelerinin bir veya birkaçına dayanıyor.
Bu kararlara ek olarak ayrıca bir DVDDK kararı var. Bu karar bence hem yeni tarihli olması nedeniyle hem de bu konudaki ilk DVDDK kararı olması nedeniyle önemli ve ayrı başlık açmaya değer.
DVDDK kararı 2023 tarihli. Bu tarihten sonra verilmiş bir Danıştay Dava Dairesi kararına rastlamadım.
Dava konusu: Aktifte yer alan iştirak hisselerinin, iştirak edilen şirketin tasfiye edilmesi nedeniyle aktiften çıkarılması nedeniyle doğan zararın, kurum kazancından indirilmesi gerektiği ihtirazi kaydıyla verilen geçici vergi beyannamesinde, bu nedenle tahakkuk eden geçici verginin kaldırılması ve ödenen geçici verginin bu kısmının iadesi istemiyle dava açılmış.
Vergi Mahkemesi kararı: Davayı inceleyen Vergi Mahkemesi;
Danıştay Dokuzuncu Daire kararı: Davacının temyiz istemini inceleyen Danıştay Dokuzuncu Dairesi;
gerekçeleriyle kararı bozmuş. (Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 24/10/2019 tarih ve E:2016/8871, K:2019/5050 sayılı kararı.)
Vergi Mahkemesi ısrar kararı: Mahkeme, ilk kararında yer alan hukuksal nedenler ve gerekçeyle ısrar etmiş.
Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu kararı: Temyiz istemini inceleyen DVDDK;
gerekçeleriyle, tahakkuk eden verginin kaldırılması ve iadesi gerekirken aksi yönde verilen ısrar kararının bozulması gerektiği sonucuna ulaşmış, temyiz isteminin kabulüne ve Vergi Mahkemesi ısrar kararının bozulmasına karar vermiş. (Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun 15.02.2023 tarih ve E:2021/222 K:2023/96 sayılı kararı.)
Konuyla ilgili özelge ve yargı kararlarından bulabildiklerimi, gerekçelerini gruplayarak yukarıda özetledim. Gördüğünüz gibi Gelir İdaresi yaklaşık 16 yıl öncesine kadar belli bir görüşteyken, sonrasında yorumunu değiştirmiş. Yargı kararları da zamanla birden fazla defa değişmiş. En son yargı kararı da DVDDK kararı ve iştirakin tasfiyesinden doğan zararın kurum kazancının tespitinde dikkate alınabileceği yönünde.
Öncelikle son yargı kararı olan DVDDK kararına ve karara esas gerekçelere katıldığımı söylemek isterim. Kararların ve özelgelerin gerekçelerini yukarıda özetledim. Başta DVDDK kararı olmak üzere, birçoğu ulaşılabilir durumda, ilgilenenler tam metinlerini inceleyebilirler. Bu nedenle oldukça kısa bir değerlendirme yapmak isterim.
Son olarak şunu ifade etmek isterim. Birçok nedenle, bizim vergi sistemimiz yaygın ihtilaflara yol açıyor, konular bir türlü netleşmiyor, istikrarlı uygulama yapılamıyor, içtihat oluşmuyor. Yukarıda bahsettiğim konu da ilginç bir örnek; uzun süre konu bir türlü netleşmemiş, İdare uzun süre verdiği görüşü değiştirmiş, yargı kararları istikrarlı diye düşünülürken olmadığı ortaya çıkmış. Bütün yapısal sorunları çözmek kolay değil ama umarım son DVDDK kararı en azından bu konuda istikrarlı bir uygulama için başlangıç olur.
Likidite Oranı = (Dönen Varlıklar- Stoklar) / Kısa Vadeli Yabancı Kaynaklar |
2014/1 sayılı Tahsilat İç Genelgesine göre, borcun tecil edilip edilmeyeceği, tecil edilecekse tecil süresi şu şekilde belirleniyor:
Yerel idareye tanınan 18 ve 36 aylık süreler azami süreler. Tecil süresinin tespitinde, borçlunun öteden beri borç ödemede iyi niyetli olup olmadığı, borç tutarının az veya çok oluşu, daha önce tecil edilen borçlarını tecil şartlarına uygun ödeyip ödemediği ve ödeme gücü göz önünde bulunduruluyor. Ayrıca Vergi Dairesi Başkanlıkları ve Defterdarlıklar sınır dahilinde, kendilerine bağlı her bir vergi dairesi için farklı tecil yetkisi belirleyebiliyor.
2016/2 sayılı Genelgede, katma değer vergisi alacakları için farklı bir süre belirlenmiş. Bu vergiden kaynaklanan borçlar ancak altı ayı geçmeyecek şekilde, azami altı taksit olarak yeniden yapılandırılabiliyor.
2023/2 sayılı Tahsilat İç Genelgesinde de ek verginin 12 ayı geçmeyecek şekilde tecil ve taksitlendirilmesine olanak sağlanmış durumda.
Tecil ve taksitlendirme kural olarak teminat gösterilmiş olmak şartıyla yapılabilir. Ancak borçlunun alacaklı tahsil daireleri itibariyle tecil edilen borçlarının toplamı 50.000 lirayı geçmemesi halinde teminat şartı aranmaz. Bu tutarın üzerindeki borçların tecilinde, gösterilmesi zorunlu teminat tutarı 50.000 lirayı aşan kısmın yarısıdır.
Herhangi bir haciz uygulaması olmadan tecil edilen borçlar için alınan teminatlar; tecil şartlarına uygun olarak yapılan ödemeler sonucunda kalan tecilli borç tutarının, zorunlu teminat tutarının altına inmesi durumunda yapılan ödemeler nispetinde ve bölünebilir nitelikte olması şartıyla iade edilir.
Tecil ancak borçlunun yazılı başvurusu üzerine yapılabilir. Borçlarının tecil ve taksitlendirilmesini talep eden borçluların, "Tecil ve Taksitlendirme Talep Formu" ile müracaat etmeleri gerekiyor.
Form, Gelir İdaresi Başkanlığının internet sitesinde yer alıyor.
Tecil, talep edilmesi halinde alacaklı kamu idaresi veya tahsil dairesi tarafından zorunlu olarak yerine getirilmesi gereken bir işlem değil. Alacaklı idare, zamanında ödenmeyen kamu alacağı için icra takibine başlama veya icrayı devam ettirme halinde borçlunun çok zor durumda kalacağını öngörür ve takdir ederse, yasal düzenleme çerçevesinde alacağını tecil edebilir ve taksitlendirebilir.
Genel Tebliğde yer alan düzenlemede, “tecil edilen borç tutarının %10’u ödenmedikçe ilgili tahsil dairesine borcu bulunmadığını gösteren yazının verilmemesi” tecil şartı olarak belirlenmiş durumda. Tebliğe göre, kendilerine tecil ve taksitlendirme yetkisi verilmiş olanlar, yaptıkları tecil ve taksitlendirme işlemlerinde getirilen bu şartı da ihtiva eden örneği Tebliğ ekinde yer alan talimat yazısını kullanarak tecil talebini sonuçlandırıyorlar ve bu talimatta yer alan hususları borçluya tebliğ ediyorlar. Bu genel düzenleme.
Bir de geçici düzenleme var. Onu da özetleyeyim.
25 Şubat 2023 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan Tahsilat Genel Tebliğiyle (Seri: B Sıra No: 17) Tahsilat Genel Tebliği Seri: A Sıra No: 1’in tecille ilgili açıklamaların yer aldığı bölümde yapılan değişiklikle, 31 Temmuz 2023 tarihine kadar yapılacak “borcun bulunmadığını gösterir belge talepleri” için, “tecil edilen borç tutarının %10’u ödenmedikçe ilgili tahsil dairesine borcu bulunmadığını gösteren yazının verilmemesi” şartının aranılmaması öngörülmüş durumda.
Tecil edilen vergi borçlarına halen yıllık %24 tecil faizi hesaplanıyor. Ödenen tecil faizi de gider kaydedilemiyor. Dolayısıyla, kazanç elde eden ve vergi ödeyen mükellefler için, gerçekte tecilin maliyetinin daha fazla olduğunu söylemek mümkün.
Tecil talep edildikten veya tecil işlemi yapıldıktan sonra tecil faiz oranı değişebilir. Bu durumda uygulamanın ne olacağı şu şekilde özetlenebilir:
a) Tecil faiz oranı düşerse: Oran değişikliğinden önceki başvuruya dayanılarak tecil edilecek borçlara, başvuru tarihinden değişiklik tarihine kadar geçen süre için eski oran, değişiklik tarihinden itibaren yeni oran; oran değişikliğinden önce tecil edilmiş ve tecil şartlarına uygun olarak ödenmekte olan borçlara yeni oranın yürürlüğe girdiği tarihe kadar eski oran, bu tarihten sonra ödenmesi gereken taksit tutarlarına yeni oran uygulanır.
b) Tecil faizi oranı yükselirse: Oran değişikliğinden önceki başvurulara dayanılarak tecil edilecek borçlar ile faiz oranındaki değişiklikten önce tecil edilmiş ve tecil şartlarına uygun olarak ödenmekte olan borçlara tecil şartlarına uygun olarak ödendikleri sürece, başvuru tarihinden itibaren eski tecil faiz oranı uygulanır.
Tecil faizi oranı yıllık olarak belirlenmiştir. Basit faiz usulü kullanılarak başvuru tarihinden ödeme tarihine kadar geçen süre için ödenecek taksit tutarları üzerinden hesaplanır.
Tecil faizinin hesaplanmasında kullanılan basit faiz usulü formülü aşağıdaki gibi:
Tecil Faizi = (Taksit Tutarı x Yıllık Tecil Faizi Oranı x Gün Sayısı) / 36.000 |
Tecil ve taksitlendirme talebinde bulunanların, tecil edilen borçlarını taksit ödeme sürelerinden önce ödemesi mümkün. Bu durumda, erken ödenen tutara, tecil başvuru tarihinden ödemenin yapıldığı tarihe kadar geçen süre için tecil faizi hesaplanır.
Tecil ve taksitlendirme şartlarına uyulmaması halinde, örneğin taksitlerin zamanında ödenmemesi durumunda, tecil geçerliliğini kaybeder. Bu durumda, teminat paraya çevrilir ve vergi dairesince alacağın tahsili işlemlerine başlanır.
Tecilin geçerliliğini kaybetmesi durumunda, tecil edilen borçlara normal vade tarihinden, ödenen borcun ödeme tarihlerine kadar gecikme zammı hesaplanır. Yapılan taksit ödemeleri borca mahsup edilir. Bu borçlar için daha önceden ödenmiş olan tecil faizleri, hesaplanan gecikme zammına mahsup edilir.
Tecil şartlarını ihlal edenlerin, tecilin geçerli sayılması için tecile yetkili makamlara yapacakları başvuru üzerine bu makamlarca gerekli değerlendirme yapıldıktan sonra tecilin geçerli sayılmasına karar verilebilir.
Tecil şartlarının ihlal edilmiş olması, gerekli şartların oluşmuş olması halinde daha önce tecil edilmiş olan alacağın yeniden tecil edilmesine engel değildir.